ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

Balkan Sanat Tarîhî KaynaĞI Olarak EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ*

(ÇEVİRİ)

Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, XI / 2 (Kış 2011), s.245-259.

Verena HAN
Çev. Ana KILIÇ**

 

Evliya Çelebi’nin gezdiği çeşitli ülkelerdeki bilim adamlarınca seçilerek tercüme edi¬
len bölümlere ilişkin günümüzde mevcut olan geniş bibliyografya içerisinde, Evliya Çelebi
Seyahatnamesi’nin V, VI ve VII. ciltlerindeki Yugoslav toprakları ile ilgili bölümlerin Sırpça
ve Hırvatça çevirisine ait en kapsamlı üç yayın önemli bir yer tutmaktadır. Bu baskıların
bütün olarak düzenlenmesinin yanı sıra çevirisi, yorumlanması, ön sözü ve Evliya’nın haya¬
tına ilişkin yapılan incelemeler, erken vefat eden bilim adamı Hazim Şabanoviç’in eseridir.
Şabanoviç’in “Seyahatname. Yugoslav Toprakları ile ilgili Bölümler”1 adlı eseri, özellikle hâlâ
yeterince kullanılmamış ama zengin bir bilgi kaynağı olan Evliya’nın sözlerinin tek kaynak
olduğu durumlarda, Balkanlar özelinde halkların çeşitli etkinliklerinin araştırılması kapsa¬
mında Evliya’nın orijinal eserini kullanamayan bilim adamları için ufuk açmıştır. Şehir kül¬
türü ve sanat tarihi kapsamında özel olarak bu kültür ve tarih çerçevesinde meydana gelen
zanaatlar konusunda adı geçen eserin yeterince kullanılmaması üzerine ayrıca tartışılabilir.
Seyahatname’nin daha doğrusu “Yugoslav Toprakları ile ilgili Bölümleri”nin bu anlamda
kullanılmadığının farkında olarak bu bölümleri sistematik olarak incelerken eğilimlerimiz,
ilgimiz ve konular hakkındaki bilgimiz açısından üç konu dikkatimizi çekmiştir. Bu konuları
derinleştiren ve ilgi çekici kılan bilgiler elde etmemiz de onların seçiminde rol oynamıştır.

“XVII Yüzyılda Balkanlarda Sedef İşlemesi Bilgisine Katkı”, “Nakışçı Kaya Sultan” ve “Cami¬
lerde Işığın Önemi” inceleyeceğimiz konulardır.

I. XVII Yüzyılda Balkanlarda Sedef İşlemesi Bilgisine Katkı

Önceden yayınlanmış çalışmalarımızda XVI ve XVII yüzyılda Balkanlarda zanaatlarda
daha doğrusu uygulamalı sanatta sedefin kullanılması üzerinde durmuştuk.2 Söz konusu fe¬
nomenin araştırılmasında Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden daha doğrusu “Yugoslav Top¬
rakları ile ilgili Bölümler”de sunduğu bilgilerden faydalanmamıştık.

XVI. ve XVII. yüzyıllar boyunca Balkanlarda sedef, ahşap kakmacılığında yoğun ola¬
rak kullanılıp, çeşitli dünyevi ve dinî eşyaların üretimi sırasında değerli metaller ile kapla¬
nırdı. Ev ve ibadette kullanılan mobilya, silahlar, ayinde kullanılan nesneler sedef ile süsle¬
nir; sedeften muskalar, ikonlar, tespihler, çeşitli takılar yapılır; sedef üzerinde benzersiz gra¬
vürler işlenir; sedef plakalar üzerinde resim yapılırdı.

Kanaatimizce, öncellikle XV yüzyıldan itibaren İstanbul’da sarayda sedef işleme atöl¬
yelerinin olması, bu şehirde söz konusu zanaata önem gösterilmesi ve bu önem sayesinde
sedef işlemesindeki zorluklarının ustaca aşılması ve sedef üzerinde motiflerin gelişmesi, Os¬
manlı yönetimi altındaki Balkanlarda sedefin kullanılmasına karşı ilgiyi artırmıştır.3 Sedef
kullanımının yayılmasında aynı maddeden üretilen ve Filistin’in birçok efsanevi yerinde
özellikle Kudüs’ten getirilen hatıra Hac eşyalarının da etkisi olduğu şüphesizdir.4 Sonuçta
Kudüs, İslamiyet’te de kutsal bir şehir olarak kabul edilmektedir. Evliya’nın yaşadığı dö¬
nemde Filistin’de bulunan kilise ve manastırlarda, Aynoroz manastırlarında ve Balkan top¬
raklarında bulunan tekkelerde de eşzamanlı olarak sedef kullanıldığının belirtilmesi gerekir.
Özellikle XVII yüzyıl boyunca Balkanlarda sedef kullanımının hem şehir hem de kırsal ke¬
sim nüfusunun oldukça fakirleşmesinin sonucu olarak ortaya çıktığını düşünüyoruz. Bu ne¬
denle bu kesim güzel, gökkuşağı gibi parlayan değerli metaller ve taşlardan dahaucuz olan
sedefe daha büyük ilgi göstermiştir. Nihayetinde istiridyenin ona atfedilmiş sembolik, sihirli
veya koruyucu vasfı, farklı dine mensup olan toplumlara yakın gelmesi ve bunun anlaşılabi¬
lir vasıfları sayesinde çok anlamlı bir nesne olarak yüzyıllar boyunca değerli olarak görülme¬
sini, o dönemlerde sedefin halk arasında genel olarak çok sevilen bir madde olmasını şüphe¬
siz etkilemiştir.

Evliya’nın o zamanki zanaat ve sanat yaratmalarıyla onların içerisinde ilk bakışta zor
fark edilebilen detayları iyi gözlemlediğini görmekteyiz. Örneğin Türk silahlarındaki sedef
işlemeleri, mimari yapıların iç mekân süslemelerinde sedef kullanılması, Balkan topraklarına
ithal edilen sedef eşyalar hakkındaki notlar, gerçi bunlar kenar notlarıdır, bu durumu kanıt¬
lamaktadır. Yaşadığı dönemde hazır kaliteli sedefin nereden alındığına dair Evliya’nın notla¬
rı değerlidir. Evliya’nın sedef ile ilgili verdiği örneklerin sayısı çok değildir ama gözlemleri
ve tasvir ettikleri dönemin tipik özelliklerini göstermektedir.

1665 yılında Kara Mehmet Paşa başkanlığında Osmanlı elçilik heyetinin Viyana’ya
resmi girişi sırasında heyetteki tüfekçibaşılar, altın vizörü ve sedef kakma ile süslenmiş ahşap
kundağı olan İtalyan tüfekleri taşımışlardır.5 Bu gösterişli heyette kendisi de bulunan Evli-
ya’nın özenle süslenen bu tüfekler hakkında kaydettiği bilgiler, bizdeki tüfekçiliğin gelişimi
hakkındaki araştırmalar için de önem taşımaktadır. Özel olarak bu bilgilerin önemi, süsleme
özelliklerinden biri olan ve sedef kakmalı kundağı bulunan bizde ceferdar olarak bilinen bir
tüfek tipi örneğinde görülebilir. Sedef ile süslenmiş kundakları olan ve Viyana’daki Türk
resmi elçilik heyetinde mevcut ceferdar tüfeklerinin, Evliya tarafından fark edilip tasvir
edilmesinden sadece yirmi sene sonra yani 1685 yılında, ilk olarak Hersek’te ortaya çıktığı
bilinmektedir. Ceferdarın halk şiirimizde çok sevilen bir konu olması, toplumuzun onu be¬
nimsemesini etkilemiştir.

Eskiden Ayasofya kilisesi olan XIV. yüzyılın sonunda Ohri’nin Türkler tarafından
fethedilmesi ile camiye dönüştürülen6 “ışık ile dolu” caminin ziyaretinde Evliya, bu caminin
“gariptir ama” ihmal edilmiş olup çürüdüğünü ve “...(caminin) ziyaretçileri olmadığı için
çok sayıda işlenmiş tunç kapının ve sedef ile kaplanmış pencere kapağının eskimiş”7 olduğu¬
nu kaydetmiştir. Bahsedilen pencere kanatları büyük ihtimalle caminin bazı onarımları sıra¬
sında Türk zanaatı içerisinde çeşitli ahşap nesnelerin süslenmesinde sedef kakmanın kulla¬
nımının artık olağan olduğu dönemde, yani XVI yüzyıldan itibaren sedef ile süslenmiştir.

Coğrafi olarak konumuzun dışında kalmasına rağmen dini yapıların iç mekânlarının
süslemeleri ile ilgili ilerideki satırlarda vereceğimiz örnek Balkanlarda sedefin o zamanki
genel popülaritesini yansıtmaktadır. Bu çerçevede Evliya; yeterince ayrıntı vermeden Viya¬
na katedralinde Aziz Stephan kilisesinde “ üzerinde mihrap bulunan arka duvarda” çeşitli
değerli ve yarı değerli taşların yanı sıra süs için sedefin de kullanıldığını belirtmiştir.8

Evliya, büyük ve nezih hamamların iç süslenmesinde de sedef unsurlarının kullanıl¬
dığından bahsetmiş ve örnek olarak Selanik’te bulunan Ben Hamamı’nın kubbelerini ver¬
miştir.9

1670 yılında Evliya, Hasköy İline bağlı Bulgar Teketo köyünde eskiden Beyazid Sul-
tan’ın zengin süslemeli Sarayı olan meşhur Osman Baba tekkesini ziyaretinde, bazı dervişle¬
rin çeşitli zanaatlar ile uğraştıklarını ve kaşık, zarf, kupa ve “büyük derviş bardakları”10 gibi
sedef eşyaları yaptıklarını belirtmiştir. İlginç bir bilgi olarak Evliya’nın belirttiğine göre önce
Sultan sarayı olan bahse konu tekkenin zengin bir şekilde süslenmiş odalarında “Hint sedef
eşyaları” yani ithal edilmiş sedef eşyaları bulunmaktadır.11

Günümüze kadar yapılan araştırmalar gösteriyor ki Evliya’nın yaşadığı dönemde İs¬
tanbul, özellikle büyük ve güzel “Akdeniz” istiridyelerinden elde edilen kaliteli sedeflerin
satın alındığı ve sedefin eski Türk ölçüsü olan okka ile ölçüldüğü meşhur bir yerdir.12 Balkan
topraklarından gelen kuyumcuların Türk başkentinde sedef satın aldıkları bilinir. Buna ör¬
nek olarak XVII yüzyılda önemli kuyumculuk merkezi olan Bulgar şehri Vratsa’dan gelen
altın kuyumcularını gösterebiliriz.13

Evliya’nın sedef ile ilgili notları “araştırılırken” İştip’in güney doğusunda bugün
Dolani köyü olarak bilinen Dolyane köyünde her yıl kurulan, kırk gün süren ve yerli ve
yabancı malların satıldığı büyük panayırda pahalı takı, değerli ve yarı değerli taşların yanı
sıra sedefin de satın alınabildiğine dair önemli kayıtlara rastlanılmıştır.14

II. Nakışçı Kaya Sultan.

Nakışlar, nispeten hızlı bozulmaya müsait maddelerden yapılmış sanat nesneleri gru¬
buna girmektedir. Her şeyden önemlisi bu durum, eski nakışların özellikle ibadet yerleri
dışında sıklıkla günlük hayatta kullanılanların günümüze kadar az sayıda ulaşmasına neden
olmuştur. Özel kullanımı ve zengin donanımı nedeniyle özenle korunmuş olan kilise nakış¬
ları daha büyük oranda bozulmadan günümüze ulaşmıştır. Bu sebeple geçmişte ibadet yerleri
dışında kullanılan nakışlara ait aynı zamanda kaynak malzemesi de olan az sayıda haber ve
bilgiler özel olarak ilgi çekicidir. Güvenilir bir zaman içerisinde bazen bir şahsa bağlı olarak
doğrudan veya dolaylı bir anlatımla aktarılan, heyecanlı veya makul gözlemler sonucu elde
edilen, Evliya’nın seyahat notlarında dağılmış şekilde bulunan ancak bir araya getirilmiş bu
bilgiler, Balkanlarda Türk veya farklı kökenli olup aynı zamanda ibadet yerleri dışında kul¬
lanılan nakışlar hakkında bilgi edinmek için kaçınılmaz kaynak malzemesidir.

Evliya, bugünkü Yugoslavya sınırları içerisinde bulunan topraklara yapılan askerî se¬
ferlerde yanında bulunduğu dayısı Melek Ahmet Paşa sayesinde diplomatik görüşmelere
katılmış veya bu önemli ziyaretlere tek başına gönderilmiştir. Örneğin; Evliya 1660 yılında
Melek Ahmet Paşa’nın talimatı ile paşanın yazılı mesajını Split “komutanına” iletmek üzere
yola düşmüştür. Paşanın mesajına bir “...seccade ve altın işlemeli bir örtü...”den oluşan he¬
diyeleri de eşlik etmiştir.15 Split “komutanı” Evliya ve beraberindekileri ziyaret edip onlara
ziyafet verdiğinde Evliya buna karşılık olarak “turban için ince kumaşın altın işlemeli bir
parçası ve Kaya Esmihan Sultan tarafından işlenmiş bukalemun rengi olan iki yağluk” hediye
etmiştir.16 Bildiğimiz kadarıyla bu bilgi, bir nakışçı olarak Kaya Sultan ile onun toprakları¬
mızda sözü edilen nakışlarına ilişkin bilinen ilk bilgidir. Evliya’nın sözlerine göre Split “ko¬
mutanı” nakışlara çok sevinmiş ve hemen bir yağluğu şapkasına takmıştır.17

Aynı yılın kasım ayının başında Melek Ahmet Paşa, Evliya’yı Çakovets’te bulunan
Nikola Zrinyski’ye göndermiştir. Nedeni ise Zrinyski tarafından esir olarak tutulan Bihaç
Kaptanı Mustay Beg Hasumoviç’in Sultanın emri ile kefaret verilerek kurtarılmasıdır. Evliya,
beraberindekiler ile Zrinyski’lerin bulunduğu şehre varmadan önce Ban Nikola’ya bir mek¬
tup ile “Kaya Sultanın iki yağluğu” ve “altın ile işlenmiş bir poşu-turban” göndermiştir.18
Vergi ve arabuluculuk görevleri nedeniyle Evliya’nın Dubrovnik’te kaldığı birkaç gün bo¬
yunca yerel beyler onu ziyaret edip ziyafetlere davet etmişlerdi. Karşılığında Evliya ise Kaya
Sultanın eli ile “işlenmiş başörtülerini” verirdi.19 Önceki yüzyıl Dubrovnik arşiv belgelerin¬
de Dubrovnik evlerinde Türk nakışlarının bulunduğuna dair ifadelere rastlanıldığından bü¬
yük olasılıkla Dubrovnik Beyleri bu hediyeleri meşhur ve değerli hediyeler olarak kabul
etmişlerdi.20

Evliya, ziyaret ettiği saygın şahıslara Kaya Sultanın nakışlarını diplomatik hediye ola¬
rak vermek suretiyle onun bir nakışçı olarak şöhretini Balkan sınırları dışına da yaymıştır.
Örneğin; 1665 yılında Viyana’da Sarayda bulunan önde gelen birçok kişiye Kaya’nın zengin
işlemeli birer yağluğunu ve çar ile yapılan resmi görüşmede de ona “Kaya Sultanın iki gör¬
kemli renkli işlenmiş yağluğunu” hediye etmiştir.21 Evliya, bir Viyana askerî doktoruna diş
ağrısını hafiflettiği ve üç gevşek dişini mucizevi bir işlem ile sabitleştirdiği için Kaya’nın eli
ile işlediği ama daha az süslemeli olan bir yağluk ile teşekkür etmiştir.22

1667 yılında Evliya Kuzey Kafkas, Povolojye ve Podonye bölgelerinde seyahat eder¬
ken bir fırsatta şahı ziyaret edip Kaya tarafında nakşedilen bir yağluk hediye etmiştir. Bu
hediyeye Şah o kadar sevinmiştir ki kabul ettiği yağluğu hemen kalpağına bağlamıştır.23

Elimizde olan Seyahatname’nin Sırp-Hırvatça, Almanca ve Rusça çeviri bölümlerinde
nakşedilen yağluklar için “marama (ç.n. başörtüsü)”, “yagluk”, “yaglik”, “Kaya-Sultana
Tüchlein (ç.n. Kaya Sultan’ın kumaşı)”, “salfetka Kaya Sultanisi (ç.n. Kaya Sultan’ın peçete¬
si)” terimleri kullanılmıştır. A. Skaljic “yagluğu” ince bezden yani pamuk kumaştan yapılmış,
bir kenarı altın ile işlenmiş uzun atkı olarak tanımlamıştır.24 Viyana ile ilgili Seyahatna-
me’nin Almanca çevirisinde Richard Kreutel, “yaglik” terimi “Fettfinger” olarak yorumla¬
mıştır. Söz konusu bu terim, yemekten sonra yağlı parmakları silmek için kullanılan ve aynı
zamanda örtü veya mendil olarak da kullanılabilen bir tür peçete olarak, kısacası çeşitli kul¬
lanımlara sahip küçük veya büyük dikdörtgen şeklinde kumaş şeklinde anlatılmaktadır.25

Mendil, örtü ve peçetelerin nakşedilmesi; ilk “yaglik”ın bilge kral Süleyman’ın eşle¬
rinden Belkıs tarafından nakşedildiğine dair uzak geçmişten gelen efsanenin doğru olduğuna
inanan ve geleneğe saygı gösteren Doğu’daki kadınların en sevilen işiydi.26 Türk kadınlarını
epey hicivli bir biçimde tasvir eden Jean Thevenot, Türk kadınlarının güzel olduklarını,
kocalarının ancak ekmek parası olmasına rağmen hepsinin brokar giymek istediklerini, çok
tembel olduklarını, hiçbir şey yapmadan veya yünlerini sadece bir mendile yani yağluğa
çiçek motifleri işleyip bir divanda oturarak günlerini geçirdiklerini anlatmıştır.27

Kaya’nın nakışlarını tasvir ederken Evliya, sadece “renkli” veya “bukalemun” nakıştan
bahsetmektedir. Evliya’nın sık olarak “bukalemun” sözcüğünü kullanması, nakışlarda renk¬
lerin ve parlaklığın birbirine girdiği ipekten ipleri kullanmasından kaynaklanabilir. Büyük
olasılıkla Kaya Sultan, yağlukları daha çok ipekten ipler ve nadir olarak altın ipler ile işle¬
miştir. Buradan yola çıkarak yağluğun pratikte birden fazla kullanım yeri olan, temizliği
yıkanarak sağlanan bir eşya olduğu tahmini yapılabilir. Temizlik açısından ipekten işlenmeli
kumaşlara nazaran altın işlenmeli kumaşlarda daha karmaşık yöntemler kullanılmıştır.

Bizde yağluk, örtü, mendillerin ilk izleri, XIV yüzyılda ortaçağ fresklerimizdeki ma¬
nastır ve kiliselerin yapımı veya onarımında maddi destek verenlerin portrelerinde rastla-
nılmaktadır. Bu portelerde söz konusu eşyalar, ünlü şahısların yaratıcı bir şekilde işlenmiş
kemerlerine takılı vaziyette (Karan Beyaz Kilisesi, Lesnovo, Psaça, Nova Pavlica)28 veya
freskte gösterilen dansçıların ellerinde görünmektedir (Lesnovo’da Aziz Mihailo’nun Mucize
sahnesinde).

Yağluk, faciol” veya “fazzoletto” denen ve yüzyıllar boyunca sahil şehirlerimizin arşiv
belgelerinde de adı geçen mendile aşırı derecede benzemektedir. Günlük hayatta bu mendil¬
lerin pratik ve çok çeşitli kullanımı vardı. Bununla birlikte “facioli” ve “fazzoletti” yani
yağluk, evlerde iç dekorasyon unsuru 29 olarak, hatta anma ve hatıra hediyesi olarak veya
bazı adetlerde kullanılmıştır. Örneğin; Doktor Brown, Prokuplye’de Latince bir kitabının
karşılığında bir Katolik papazının kendisine nakşedilmiş bir mendil hediye ettiğini belirt¬
miştir.30 Lady Mary Montagu, Edirne ve İstanbul’da bulunduğu dönemlerde yeni tanıştıkları
Türk kadınlarından hatıra olarak güzel nakşedilmiş yağluklar almıştır.31 Yunanistan’da bir
düğünde şahit olan Jean Thévenont’a nakşedilmiş bir mendil hediye edilmiştir.32 A. Şkalyiç,
halk şiirimizde hediye olarak yağluk verilmesi ile ilgili örnekleri sunmuştur.33

Evliya, Kaya Sultanın uzmanlığı olarak görünen nakış ile süslenmiş yağluklar dışında
ünlü şahıslara poşu, turban, tülbent, sarık, çalma, yaşmak, ahmediye olarak bilinen fes veya
başlık etrafına sarılan altın işlemeli ince kumaş, bez veya ipekten uzun parçalar da hediye
etmiştir. Evliya, bazı sarıkların Kaya Sultan tarafından işlendiğini belirtmiştir.34 Avrupa’nın
batısındaki şehirlere seyahat ederken Balkanlarda yaşayanlardan farklı baş örtme şekilleri
bulunması nedeniyle nakşedilmiş sarıkların orada temasta bulunduğu önemli şahıslara hedi¬
ye edilmesinin uygun olmadığı hususuna dikkat çekmiştir.

Kaya Sultan’ın nakşettiği yağluklar ve poşu-sarıklar hakkındaki Evliya’nın notlarını,
Seyahatnamenin birkaç yerinde bahsedilen bu hamarat yüksek soylu nakışçıya dair toplanan
az sayıdaki biyografik bilgi ile tamamlayacağız.35

XVI ve XVII yüzyıl Türkiye’sinde altın nakış başta olmak üzere nakış çok saygın ve
önemsenen bir zanaattı. Genel olarak nakışçıların isimleri bilinmemektedir. Bu o zamanki
Türk kadının zor koşullardaki genel sosyal durumunu göstermektedir. Sultan IV. Murat’ın
(1623-1650) kızlarından biri olan Kaya Esmihan Sultan, asil olmasından dolayı diğer kadın¬
lardan farklıydı. 1646 yılında Melek Ahmet Paşa ile evlenmesi, onun sosyal durumunu daha
da güçlendirmiştir. Bu evlilik sonucunda Evliya ile akrabalık ilişkisi kurmuştur. Şöyle ki
Melek Ahmet Paşa, Evliya’nın annesinin kardeşi yani Evliya’nın dayısıydı. Evliya, dayısının
eşi Kaya Esmihan Sultan’a karşı büyük saygı gösteriyor, nakışlarına değer veriyordu. Evli-
ya’nın bu nakışları diplomatik hediye olarak veya tanıştığı kişilere dostluluğunun bir kanıtı
olarak sunması bunu göstermektedir. Kısıtlı bilgilere dayanılarak Kaya Sultan’nın oldukça
genç (1659) yaşta vefat ettiği tahmin edilmektedir. Fakat nakışları, bildiğimiz kadarıyla Ka-
ya’nın hayatta olmadığı 1660 yıldan sonra ülkemiz topraklarında ve diğer yerlerde örneğin,
Avusturya’da hediye olarak sunulmaktaydı. Evliya’nın nakışları ne zaman elde ettiği sorusu
cevapsız kalmaktadır. Kaya Sultan’ın ölümünden önce mi veya sonra mı onları elde etmiştir?
Yoksa Evliya’nın seyahat anlatımlarında yer yer rastlanan bazı olası tutarsızlıklara bu seferde
mi takılıyoruz? Hâlbuki Evliya, Kaya’yı büyük sayıda nakşı olan ve çok becerikli, hamarat
görünen bir nakışçı olarak bize göstermiştir. Nakışları, siyasi-askerî ve diplomatik durumlara
bağlı olarak Balkanlarda tanınmış ve saygıdeğer kişilerimiz tarafından da şüphesiz beğenil¬
miştir. O dönemde bizde dinî yerlerde kullanılan ve bu şekilde korunarak gelen nakış ör¬
nekleri onların yüzyıllarca süren bir geleneği olduğunu destekliyor ve bu nedenle toprakla¬
rımızda diğer Türk nakkaşlarla birlikte Kaya’nın da kuşkusuz kaliteli nakışlarına değer veril¬
diği ve güzelliğinden dolayı kabul edildikleri düşünülmektedir. Böylece yabancı unsurların
kademeli kabulü maddi kültürümüze ve sanatımıza derin izler kazandırmıştır.

Bugünkü Yugoslavya sınırlarında bulunan yerlere yaptığı birçok seyahatler sırasında
Evliya, rastladığı Türk veya diğer menşeli nakışların güzelliğine ilgisiz kalmamıştır. Örneğin;
Osogovski Manastırına yaptığı ziyaretten sonra, misafirperver keşişlerden bahsederek ma¬
nastırın pahalı kumaşlar ile kaplandığından söz etmekte ve özel olarak “altın ve sırma ile
işlenmiş kumaşı” vurgulamaktadır.36 Diğer eşyaların yanı sıra “.İran’da bile bulunamayan
... meşhur işlemeli renkli yastıkların” yapıldığı yer olarak Usküp’ü tanıtmaktadır.37 XVII
yüzyılın ikinci yarısında Venedik yönetimi altında bulunan Şibenik şehrinin Türk kuşatma¬
larından birinde “düşman, teslim olmadan altın işlemeli bayrağı çekti” diyerek hayrete dü¬
şen Evliya, “parlaklığı insanın gözlerini kamaştırdı” şeklinde abartılı bir ifade kullanmıştır.38
Evliya, Taşlıca (Plevlya)’da Hüseyin Paşa Boyaniç Camiinde mihrap üstünde bulunan siyah
kadife üzerinde işlenen ve altın ile süslenen Kâbe resmini “Mani ve Bezhad’ın kıskançlığının
sebebi” şeklinde not düşerek tasvir etmiştir.39 Sanki bir alışkanlık olarak Evliya, bir eserin
sanat değerini bilhassa vurgulamak amacıyla bu minyatür sanatçıların adlarıyla karşılaştıra¬
rak zikretmekteydi. Oysaki bu gelişigüzel karılaştırmalar, sadece sıklıkla uygun olmayan
çeşitli durumlarda kullandıkları için değil bahsedilen sözde minyatür sanatçısı Mani’nin
şahsiyetinin sorunlu olmasından dolayı da geçerliliğini kaybetmektedir. Kimileri Mani’de
III. yüzyılda yaşayan Maniheizmin kurucusu Mani’yi görmüştür. Diğer taraftan Fars minya¬
tür sanatçısı Behzad, XVI. yüzyılda sanatı ile başarılı olan gerçek bir şahıstır.40

Evliya’nın, tüm imparatorluk çapında Türk veya başka bir millete mensup olan takdi¬
re değer grup veya şahıslara, Türk âdetlerine göre Büyük Divan’ın yüksek görevlileri tara¬
fından hediye edilen resmi elbiseler ve kaftanlara dair notları, XVII. yüzyıl Osmanlı yöneti¬
mi boyunca Yugoslav topraklarında dinî öğeler dışında kullanılan nakışlar hakkında geniş
bir bilgi kazanmaya yönelik unsurlar içermektedir. Sabanovic’in Yugoslav topraklarına iliş¬
kin bölümlerin çevirisinde resmi kaftanların hediye edilmesinden aşağı yukarı 15 defa bah¬
sedilmiştir. Kaftanların sayısı ise 250 civarındadır. Anlaşılıyor ki bu kaftanlar arasında bir
taraftan basit bir şekilde süslenmiş diğer taraftan da zengin altın ve gümüş iplerle süslenmiş
kaftanlar vardı. Bu zengin süslenmiş kaftanları Evliya bazen “sanatsal olarak süslenmiş” şek¬
linde tasvir ediyordu. Hangi kaftanın kime verileceği kişinin statüsüne bağlıydı. Ara sıra

Evliya da, özel hizmetler için güzel ve değerli kaftanlar ile ödüllendirilmiştir.41 Kreutel’in
esprili bir şekilde fark ettiği gibi aslında kaftan, diğer toplumlardaki nişanın taşıdığı anlam
ve önemi taşımaktadır.42

Elçilerin vergi verirken sultandan hediye olarak aldıkları ve İstanbul’dan getirdikle¬
ri az ya da çok değerli bu kaftanların ve ayinde kullanılan elbiselerin üretimi için Dubrovnik
yönetimi tarafından ilgili bölgelerdeki kiliselere hediye edildiğini başka bir yerde belirtmiş-
tik.43

Çalışmamızda bahsedilen nakış ile ilgili Evliya’nın verdiği bilgiler, kuşkusuz Yugos¬
lavya’nın bugünkü sınırlarında Türk nakşının, teknolojisinin, tipik süs kalıplarının ününe
bir şekilde katkı sunmaktadır.

III. Aydınlık Camiler.

Işık, camilerin iç mekânlarında etkin ve özel estetik öğelerinden biridir. O, ruhsal
konsantrasyona uygun havayı yaratan ve onu zenginleştiren camiye özgü bir niteliktir. Fakat
caminin içerisinde ışığın değeri ve önemi bununla bitmez. Camide ışık, İslami tefsirlerde
“Nur Suresi” olarak adlandırılan ve Allah’ın göklerin ve yerin nuru olarak tanımlandığı
Kur’an’ın XXIV. sûresi 35. ayeti ile birlikte bu ilahi kural somutlaşır.44 Allah’ı nur olarak
ilahi bir şekilde tanımlaması ile güneş ışığının coşkusunu, karanlık ile gecenin depresif ve
korkulu duygularını uyandırmasıyla insanın ilkel duygularına geri dönülmektedir.45 Günü¬
müzde psikolog ve psikanalistler, deneyimlerde bunu doğrulamıştır. İslam’da Allah’ın ışık ile
simgesel tanımlanması, birkaç örnekte göstereceğimiz gibi dolaysız ve dolaylı yoldan ispat
edilip doğrulanmaktadır.

İstanbul’un fethinden hemen sonra Türkler, Jüstinyen kilisesi Ayasofya’yı camiye dö¬
nüştürmüştür. Bu sırada büyük merkez kubbesinde bulunan Pantokrator’un resmini göste¬
ren orta mozaik kaldırılmış ve yerine siyah temel üzerinde altın harfler ile kaligrafi sanatı
kullanılarak yazılan “Nur Suresi” konulmuştur.46 Merkez kubbesinin ortasındaki dairesel
alanda bulunan bu süsleme motifi, surenin içeriğine göre kubbede yoğun olarak dizilmiş
renksiz şeffaf camlar ile kaplanmış pencerelerden yayılan zengin ışıkları ile aydınlatılmıştır.

Allah’ın gökler ve yerin nuru ile tanımlandığı “Nur Suresi”nin ayetleri, mihrabın üst
kısmında bulunan asma lamba resmi ile ya da mihrabın başına asılmış gerçek lamba ile sim¬
gesel olarak somutlaştırılmıştır. Ayrıca İslam dünyasının çeşitli yerlerinde üretilen seccade¬
lerin baş tarafında sık olarak mihrabın başında asma lamba motifi bulunmaktadır.

Birçok Balkan seyahatinde çeşitli şehirlerde bulunurken tuttuğu kayıt ve notlarda Ev¬
liya, özellikle padişah ve vezir tarafından yaptırılan camilerin çoğunda iç mekânlarının güzel
aydınlatıldığını defaatle tekrarlamıştır. Evliya, söz konusu camilerin aydınlık seviyelerini
vurgularken “aydınlık”, “ışık ile dolu”, “çok aydınlık” hatta “fazla aydınlık”, camini içinde
toplanmış ve mutluluğu uyandıran “ışıklar ışığı” şeklinde belirtmiştir.47 Evliya’nın cami ışı¬
ğının yoğunluğu üzerine bahsettiği ve üslup olarak Eski Ahit’teki son derece güzel “Ezgiler
Ezgisi”ne benzeyen ve nadiren kullandığı “ışıklar ışığı” ifadesi, Yunanistan’da Selanik-
Sidrkapsi yolu üzerinde Beşik gölüne yakın bulunan Yeni Pazar daha doğrusu Pazar köyün¬
de bulunan Sokullu Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış büyük camiye yöneliktir.48 Evliya,
bahse konu caminin ışığının bu şekilde değerlendirilmesini Kuran’ın söz ettiğimiz “Nur Su-
resi”nden almıştır. Sadece Kuran’ı ezberleyen birinin kazanabildiği hafız sıfatını genç yaşlar¬
da kazandığı için Evliya’nın cami tasvirlerinde cami adının yanında özelliği olarak kullandı¬
ğı “aydınlık” sıfatı ve onun seviyeleri, sıfatın biçimsel anlamını taşımamaktadır. Bu sıfat,
tasvir edilen mimarî yapıların Evliya tarafından iyi bilinen, gerçek durumuna göre dikkatlice
kullanılmıştır. Dinî eğitim gören Evliya, caminin özelliklerini saydığı eserinin bir yerinde,
ilk olarak mekanın aydınlık olma zorunluluğunu vurgulamıştır.49 Şüphesiz verdiği bu özel¬
lik, İslam dininin kavramsal değerlerine dayandırılmıştır.

Evliya’nın tasvirlerine göre camilerdeki aydınlık olgusu ile öncelikle doğal gün ışığı
kastedilmektedir. Aydınlık sorunu, caminin duvarı üzerinde bilerek dizilmiş çok sayıda pen¬
cere ile mimar tarafından pratik bir biçimde çözülürdü. Bu şekilde keskin gölgeler oluştur¬
madan caminin iç mekânlarının tüm köşelerini birbirine görsel olarak bağlayarak hepsine
aynı derecede berrak bir ışık etkisi yaratılmıştır. Bu etkinin tam bir şekilde yaratılması için
bir koşul daha dikkate alınmalıdır. Bu koşul ise caminin pencerelerinin kaplandığı cam kali¬
tesidir. Örnek olarak Çayniçe’de Sokullu Mehmet Paşa’nın damadı Sinan Paşa Bolyaniç “son
derece geniş ve sanatsal bir şekilde yapılmış” Camisinin aydınlığı ile ilgili Evliya’nın abartılı
tasvirinden alıntı vereceğiz. “Necef taşı ve Murano camı ile kaplanmış pencerelerine parlak
güneş ışığı vurunca (cami) çok aydınlık oluyor.”50

Anlaşılan camideki ışığın etkisi, renkli veya renksiz camın kalitesine, gün ışığına ya¬
kın bir etki yaratmak amacıyla dikkatlice düşünülen renklerin birleşmesine bağlıydı. Örne¬
ğin; günümüzde bu etki birkaç floresann tüpünün ışıklarının birleşmesi ile oluşturulmakta¬
dır. Çayniçe’deki Sinan Paşa Camisini değerlendirirken billur gibi renksiz veya renkli ve
aynı şeffaflığa sahip olan camın üretimi nedeniyle XVII yüzyılın ortasında önemli iki meş¬
hur cam merkezinden gelen camlardan Evliya’nın söz etmesi ilginçtir. Bahsedilen yerler,
Venedik’e yakın adalarda bulunan camcılık ile meşhur küçük bir şehir olan Murano ve o
dönemde Osmanlı yönetimi altında bulunan Irak’ın kuzeydoğusunda Meşhedi Ali olarak az
bilinen (billur anlamını taşıyan) Neceftir. Seyahatnamesi’nin farklı yerlerinde Evliya, özel¬
likle Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa bölgelerinde bulunan mimari yapılarından bahse¬
derken sıkça Murano camından söz etmektedir. Dubrovnik’teki Tarih Arşivinde bulunan
XVI ve XVII yüzyıl belgelerinde Türk yönetimi altında Balkan bölgelerine hatta İmparator¬
luğun başkentine Murano camı ile birlikte Dubrovnik pencere ve diğer camların ithal edil¬
diğine dair bilgiler Evliya’nın verdiği bilgiler ile örtüşmektedir.51

Evliya, camilerdeki yapay ışıktan da bahsetmeyi unutmamıştır. Bunun nedenini Al¬
lah’ın “nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba kristal bir fanus
içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir.”52 ayetleri ile aslında mihrabın
tarif edildiği “Nur Suresi”nde aramak gerekir.

Camileri tasvir ederken Evliya’nın dikkati, kubbe altı alanında bulunan ‘polykandi-
lion’lar veya büyük çelik avizelere asılmış sayısı belli olmayan, bazen bine ulaşan caminin
cam lambaları üzerine odaklanmaktadır. Örnek olarak Evliya, Selanik’te Ayasofya Camisini
vermektedir.53 Evliya’dan önce, aynı dönemde veya sonra Balkanlarda seyahat eden örneğin
Stefan Gerlach, Adam Wenner, Jean Thevenont ve Lady Mary Montagy gibi bazı Avrupa
seyyahları, Balkanlarda camilerin bazılarında bulunan cam lambaların sayısının çokluğun¬
dan etkilenmişlerdir.54

1664 yılında Foça’daki son derece güzel Hasan Ağa Alaca Caminin üzerinde bıraktığı
etkisinden dolayı heyecanlanan Evliya, caminin tamamlanmasından sonra kurucusuna hedi¬
ye edilen ve caminin içini süsleyen “sanatsal” olarak işlenmiş avizeler sayesinde caminin
aydınlık olduğundan bahsetmektedir. Büyük olasılıkla “sanatsal” işlenmiş avizeler ile poly-
kandilion kastedilmektedir. Caminin aydınlığını değerlendirirken Evliya, camiyi “ay ışığı
gibi parlayan vücudu olan” bir geline benzetmektedir.55 Muhakkak ki bu benzetme İslam’da
ayın vurguladığı önemden ayrı değildir.56 Çünkü eğitimli ve zeki olan Evliya, büyük olasılık¬
la zamanında çok yaygın olan sembollerin çoğunun anlamını bilmektedir.

Seçilen konuların çeşitliliği, ortak bir sonuca varmayı mümkün kılmamaktadır. Ancak
kullanılan kaynaklarda seyahatler sırasında Evliya’nın rastladığı kültürel ve tarihsel olgulara
karşı onun ilgisini betimleyen ve kişiliğini aydınlatan genel bilgiler hakkında bir sonuca
ulaşılabilir.

Evliya, görüp yaşadıklarını analiz etmek ve doğru anlatmak niyeti olan bir dünya sey¬
yahı olma isteğini gerçekleştirmek için doğal yeteneklere ve hayat şartlarına sahipti. Gerçi
bazı anlatmaları, abartı ve şüphe uyandıran “gerçekler” ile doludur. Fakat bu, bir bütün ola¬
rak Seyahatname’nin büyük bir belgesel olma değerini azaltmamıştır.

Belli bir süre saray ortamında yetişen Evliya’nın gençlik yıllarında aldığı başta dinî
olmak üzere genel ve özel eğitimi, birkaç yabancı dil bilmesi, saray kuyumcularının başı
olan babası Derviş Mehmet Zilli yanında tanıma fırsatı bulduğu kaligrafi, altın kaplama gibi
bazı zanaat ve sanata ilişkin elde ettiği pratik becerisi Evliya’nın özel bir kişi olmasına sebep
olan unsurlardı.57 Çeşitli halk faaliyetlerine, özel olarak zanaat ve sanat eserlerine karşı canlı
ilgisini tatmin etmek istemiş ve bunun için büyük olanaklara da sahip olmuştur. Dayısı say¬
gıdeğer Melek Ahmet Paşa’nın koruması altında ve onun eşliğinde sıkça Balkanlara yapılan
askerî seferlerde veya Osmanlı ya da önemli yabancı şahıslar ile tanıştığı elçilik ziyaretlerin¬
de bu tür olanakları elde etmiştir.

Hazim Sabanovic, Evliya’nın seyahat kayıtlarının çoğunlukla kendi orijinal gözlemle¬
rinin sonucu olduğunu, diğer seyyahların yaptığının aksine önceki seyahatnamelerden nere¬
deyse hiç faydalanmadığını vurgulamaktadır.58 Bunun da ötesinde seçtiğimiz üç konunun
analizinde de görüleceği üzere Evliya’nın kültür tarihi ve sanat ile ilgili birçok notu, kendi
belirlediği kalıba göre kaydettiğini göstermektedir. Fakat bu kalıp, özellikle estetik duygula¬
rını tatmin eden şeylerin yol açtığı coşkulu anlarda onu sınırları ile kısıtlamamıştır. Örneğin;
uygulamalı sanatlar daha doğrusu zanaatlar tarihinin sorunlarını incelerken kullandığımız
XVI ve XVII yüzyıllar boyunca Balkan seyyahlarının çoğunun kalemlerinden çıkan seya¬
hatnamelerde bu kadar şiirsel metaforlara, görünen nesnelerin güzelliğinin yansıtılmasına
veya Evliya’nın Çayniçe’de Sokullu Mehmet Paşa’nın damadı olan Sinan Paşa camisine ya da
Alaca camiye ziyareti sırasında belirttiği gibi mimarlık ile bağlantılı olarak güneş ışığı hak-
kındaki heyecanlı anlatımlarına nadiren rastlanılmaktadır. Evliya, dikkatini çeken İslam
anıtları olsun “kafirlerin” eserleri olsun onlar hakkındaki hatıralarını anında kaydederdi.
Bunun güzel bir örneği, eski Marjiça manastırının zengin kilisesi ile ilgili Evliya’nın tasviri¬
dir.59 Genel olarak çok bilgi içerdiği için büyük olasılıkla bu tasviri objektif bir biçimde
yapmıştır. Bu nedenle söz konusu tasvirin dolaysız şahsi gözlemler sonucunda oluşturuldu¬
ğuna dair güven uyandırır.

İlgisini çeken nesneyi analiz ederken nesnenin özelliklerini gösteren önemli unsurları
vurgulamak ve öncelikle İmparatorluğun farklı bölgelerinde nesneye benzeyeni bulmak
amacıyla Evliya, onu etkileyen herhangi bir sanat türü eserine veya mimari yapısına yöntem
bakımından modern bir araştırmacının mantığı ve ilkeleri ile yaklaşmıştır. Ancak Evliya’nın
benzetmelere karşı eğiliminin bir üslup olduğunu gösteren bazı unsurların olmasına rağmen
söz konusu eğilim bu şekilde değerlendirilemez. Bazı örneklerde benzetmelerin Evliya’nın
önüne kendiliğinden çıktıkları kolayca tespit edilebilir. Bu benzetmeler; sanat veya genel
olarak estetik değerleri hakkında Evliya’nın iyi hafızasından, İmparatorluğun içinde ve dı¬
şında yaptığı seyahatlerinden beslenen ve içinde öncede gördüğü başka eserlere yönelik çağ¬
rışımları uyandırdığı hatıralarından oluşan zengin bilgilerinden kaynaklamaktadır.

Merak, Evliya’nın güçlü bir özelliğidir. Bu özelliği, onu çok sayıda sefere bazen de tu¬
haf seferlere dayanılmaz bir şekilde sürüklerdi. Örneğin; merakı, Evliya’yı Belgrat’taki bina¬
ların sayısını öğrenmek için Belgrat kalesinin alt şehrinde bulunan 105’ten fazla merdiveni
olan Süleyman Caminin yüksek minaresinin tepesine çıkmaya sürüklemiştir.60

Bilgilerini kaydederken Evliya, işini vicdanen ve titiz bir şekilde yapmaya çalışmıştır.
Kendi ifadesiyle hakkında güvenilir ve gerçek bilgileri elde edemediği veya kendi gözleri ile
görmediği şehirleri anlatmama kuralına uyuyordu.61 Fakat çok seyahat etmesi nedeniyle
kulaktan dolma aldığı bazı bilgiler, abartılı veya tamamen gerçek dışı olabilir. Bu durum için
birkaç örnek mevcuttur. Ancak biz, coğrafya, tarih ve şehircilik konusunda tasvirinin gerçe¬
ğe uymadığından emin olduğumuz sadece bir yerleşim yerinden bahsedeceğiz. Bu, XIII.
yüzyılın sonunda kurulan Murano’nun aslına uygun olmayan tasviridir. Murano’nun günü¬
müze kadar gelen sanatsal olarak şekillendirilmiş cam üretimi, tüm gelişim basamaklarında
mükemmel yazılı, görsel ve maddi kaynaklar ile desteklenen onun zengin tarihinin iyi bi¬
linmesine katkı sağlamıştır. Evliya tarafından verilen Murano’nun gelişigüzel tasviri üzerin¬
de başka bir çalışmada durmuştuk.62

Her şeye rağmen Evliya’nın Balkan şehir, varoş ile küçük varoşlarına ilişkin tasvirleri,
nüfusa, adetlere, zanaatlara ve genel olarak sanata ilişkin gözlemleri; içerdiği birçok bilgi ile
öncelikle XVII yüzyılın ikinci yarısında Balkan ülkelerinin kültür tarihinin tanınması için
özel değeri olan kaynaklardır. Mantran’a göre Evliya ise, o dönemdeki Balkanların en iyi
uzmanıdır.

KABAKLAR
ANDREJEVlC A., Ala،^a d؛amija u Fo$, Beograd 1972.

-----, “Pretvara^e crkava u d؛ami)e”, Zbornik za سذلا umetnosti 12, Novi Sad 1976.
ARSEVEN C. E., Les Arts décoratif turcs, İstanbul 1940.

BELTZ Walter, Mitologija Kur’ana. ^e؛nja za rajem. Prevod: F. Moa<؛anin, Zagreb 1982.

BRO^ Edward, A Brief Account of some Travels in Hungaria, Ser^a..•London 1673,

herausgegeben von Karl Nehring. München 1975.

BURCKHARDT T., Art of Islam. Language and Meaning, World of Islam Festival Trust
1976.

CHEVALIER j. - GHEERBANT A., Rije^ik simbola, Zagreb 1983.

DJURI^ V. j., Vizantijske ^eske u Jugosla^ji, Beograd 1974.

EVLİJA CELEBİ, Kniha ciest - Ces^ po Slovensku, Preللةهل a uvod napisal V^tech ^¿an,
Bratislava 1978.

EVLİJA CELEBİJA, Putopis - Odlomci o jugoslovenskim zemljama, Prevod, predgovor i
kometari: Hazim Sabanovic, IRO “Veselin Masle؛a”, Saraزev1979 ه.

EВЛИЯ ЧЕЛЕБИ, Книга ^тешествия - зе^ли Северного Кавказа, Поволжья и Подонья,

Предисловие: A. П. Григорьевым; Примечания и коментарии: A. П. Григорье¬
вым и А. Д. Желтяков, Москвa 1979.

ЕВЛИЯ ЧЕЛЕБИ, Пътепис (Evliya Çelebi, Seyahatnamesi), Превод от османотурски и
редакция на Страшимир Димитров, Институт за балканистика при БАН, София
1972.

ГЕОРГИЕВА Соня - Б^ИНСКИ Дими^р, Старото златарство във Враца, София 1959.

GERLACH Stefan, Dnevnik na edno ptuvane vo Osmanskata Porta v Carigrad, Prevod, uvod
i komentar Marز
لa Kiselniceva, So^a 1976.

GUBOGLU M., “Evliya Celebi: De la situation sociale-économique des pays Roumains vers le
milieu du XVII siècle”, Studia et acta orientalia, IV, Bucarest 1962.

HAN V., Arhivska gradja o staklu i staklars^ u Dubro^iku, Beograd 1979.

-----, “Drveni goticki Wjenac iz Tudiziceve palace u Dubrovniku”, Prilozi po^jesti
umjetnosti u Dalmaciji, 10, Split 1956.

-----, “Fi^een and Sixteen Century Trade in Glass between Dubrovnik and Turkey”,
Balcanica IV, Beograd 1973.

-----, Intarzija na podrucju Pecke patrijarsije, ^I-^III vek), Novi Sad 1966.

-----, “Or^entalni predmeti u renesansnom Dubro^iku”, Prilozi za orijentalnu ^lologiju i
istoriju jugoslovenskih naroda pod turskom vladavinom, sayı: VI-VII (1956-57),
Saraزev1958 ه.

-----, Tri veka dubrovackog staklars^a, Beograd 1981.

-----, “Turski pocasni ka^an u sلuةbل hri؛)؛anske للturgزلe na Baلkanu (XVI-XVII v.)”, Gradska
kul^ra na Balkanu ^-XIX v.), Zbornik radova, Balkanolo؛ki institut SANU,
Beograd 1984.

-----, “Znacaj palestinskih eulogiزa i liturgiزskih predmeta za noviju umetnost kod Srba
(XVII-XVIII st.)”, Zbornik 5, Muzeز primenjene umetnosti, Beograd 1959.

-----, “Décoration artistique de la nacre dans les pays balkaniques pendant la domination
otoman”, Balkan Sturtips 24, 2, Thessaloniki 1983.

-----, “Prilog Evliزinoز netaCnosti”, Zbornik posve،؛en na Bosko Babi<1984-1924 ؛, Prilep
1986.

Im Reiche des goldenen Apfels des türkischen Weltbummlers Evliyâ Çelebi denk^rdige
Reise in das Giaurenland und die Stadt und Festung Wien anno 1665, übersetzt,
eingeleitet und erklärt vom Richard F. Kreutel, Graz-Wien-Köln 1963.

L’Empire du Grand Turc vu par un sujet de louis X^ Jean Thévenont, Présentation de
François Billacois, Paris 1965.

МАВРОДИНОВ Н., Изкуството на Българското №зраждане, София 1957.

MONTAGY Lady Mary, Briefe aus dem Orient, Bibliothek klassicher Reiseberchte, Dr.
Georg A. Narciss, Frankfurt am Main 1982.

PETROVIC Dj., “Bokokotorsko oru^rstvo u pro؛lim vekovima”, Boka 18, Herceg-Novi
1986.

SKALJlC A., Turcizmi u srpskohrvatskom jeziku, Saraybosna 1979.

WENER Adam, Tagebuch der kaiserlichen Gesandtscha^ nach Konstatinopel 1616-1618,

Herausgegeben und erläutert von Karl Nehring, Veröffentlichungen des Finisch-
Ugrischen Seminars an der Universität München. Serie C, Band 16. München 1984.

1

Evlija Celebija, Putopis - Odlomci ه jugoslovenskim zemljama, Preveo, uvod i komentar napisao
Hazim ؛abanovi،3 .؛. Baskı. IRO “Veselin Masle؛a”, Sarajevo 1979; bundan sonra E. C. Putopis.

2

   V. Han, Intarzlja na podru^u 6ظة6م patrljar^je, (XVI-X^II vek) Novi Sad 1966, 112-124;
“Décoration artistique de la nacre dans les pays balkaniques pendant la domination otoman”, Balkan
Sadies 24/2, Thessaloniki 1983, 413-424, Fig.1-6.

3

   C. E. Arseven, Les Arts décoratifs turc.s Istanbul 1940, s.209-220.

4

   V. Han, “Znacaj palestinskih eulogija i liturgijskih predmeta za noviju umetnost kod Srba”, Z^rnik
5, Muzeز primenjene umetnosti, Beograd 1959, 64-68, s.14-17.

5

Im Reiche des goldenen Apfels des türkischen Weltbummlers Evliyâ Çelebi denkwürdige Reise in
das Giaurenland und die Stadt und Festung Wien anno 1665, Übersetzt, eingeleitet und erklärt vom
Richard F. Kreutel, Graz-Wien-Köln 1963, s.73.

6

   A. Andrejevic, “Pretvaranje crkava u dzamije”, Zbornik za iikovne umetnosti, 12, Novi Sad 1976,
s.111, 113.

7

   E. c. Putopis, s.562.

8

   Im Reiche des goldenen Apfels, s.107.

9

   Евлия Челеби, Пътепис - Превод от османотурски и редакция на Страшимир Димитров -
Институт за балканистика при БАН, София 1972, s.193; bundan sonra Е. Ч., Пътепис.

10

   Е. Ч., Пътепис, s.292.

11

   Age, s.290.

12

   Н. Мавродинов, Изкуството на Българското възраждане, София 1957, s.103-104.

13

   Соня Георгиева - Димитър Бучински, Старото алатарство във Враца, София 1959, s.23, 45, 56,
57.

14

   Е. Ч., Пътепис, s.279. Dolyan bir Bulgar yerleşimi olarak sayıldığı için Dolyan panayırı hakkında
metin, Straşimir Dimitrov’un Bulgaristan ile ilgili Seyahatnamesi kısımları çevrisinde bulunmaktadır.
Şabanoviç’in Dolyan panayırının tasviri çevrisinde orijinal metnin bazı kısımları dâhil edilmemiştir.
Bu kı؛ımlarda sedefin satın alınması ile ilgili bilgiler mevcuttur.

15

   E. c., Putopis, s.201.

16

   Age, s.204.

17

   Age, s.204.

18

   Age, s.247.

19

   Age, s.431.

20

   V. Han, “Orijentalni predmeti u renesansnom Dubrovniku”, Prilozi za orijentalnu filologiju i
istoriju jugoslovenskih naroda pod turskom vladavinom, sv.VI-VII (1956-57), Sarajevo 1958, s.126.

21

   Im Reich des goldenen Apfels, 204.

22

   Age, s.136.

23

   Евлия Челеби, Книга путешествия - земли Северного Кавказа, Поволжья и Подонья, Предис¬
ловие: A. П. Григорьевым; Примечания и коментарии: A. П. Григорьевым и А. Д. Желтяков,
Москвя 1979, s.164.

24

   A. Skaljic, Turcizmi u srpskohrvatskom jeziku, Sarajevo 1979, s.358, s. v. jagluk.

25

   Im Reiche des goldenen Apfels, Ammerkungen 246, Zu Seite 136/2.

26

2،؛ Age, s.136/2.

27

   L’Empire du Grand Turc vu par un sujet de Louis XIV Jean Thévenont. Présentation de François
Billacois, Paris 1965, s.156.

28

   V. j. Djuric, Vizantijske freske u Jugosla^ji, Beograd 1974, s.139, resim: 60; s.140, resim: 62; s.147,
resim: 74; s.163, resim: 104

29

   V. Han, “Drveni goticki vijenac iz Tudiziceve palace u Dubrovniku”, Prilozi po^jestl umjetnostl u
Dalmaciji, 10, Split 1956, s.134-135.

30

   Edward Brown, A Brief Account of some Travels in Hungaria, Servia...London 1673, herausge¬
geben von Karl Nehring. München 1975, 43.

31

   Lady Mary Montagy, Briefe aus dem Orient, Bibliothek klassicher Reiseberchte. Dr. Georg A.
Narciss, Frankfurt am Main 1982, s. 142.

32

   L’Empire du Grand Turc, s.223.

33

   A. Skaljic, age, s.358, s. v. jagluk.

34

   E. C., Putopis, s.247.

35

   Ulaşabildiğimiz kaynaklarda Kaya Sultan hakkında en çok bilgiyi R. F. Kreutel vermiştir. Im Reiche
des goldenen Apfels, 245, Zu Seite 136, 2.

36

   E. c., Putop؛s, 296-297.

37

   Age, s.287.

38

   Age, s.183.

39

   Age, s.398.

40

   Evlija Celebi, Kniha ciest — Ces^ po S^vensku. Prelozil a uvod napisal Vojtech Kop؛؛an, Bratislava
1978, s.43. 16. notta Mani’nin (215-277) Maniheyliğin kurucusu olduğu yazılmaktadır. Fars ve Türk
kaynaklarında kendi döneminin en önemli sanatçısı olarak değerlendirilmiştir. Behzad (1450 civarın¬
da- 1536) ise en ilginç Fars sanatçısıdır. Özel sanat okulunu kurmuştur. Behzad hakkında daha geniş
bilgi için bakınız: A. Andrejevi،؛, Aladza d؛amija u Fo^, Beograd 1972, s.52.

41

   E.ة., Putopis, s.421.

42

   Im Reiche des goldenen Apfels, 247, Zu Seite 145, not 1.

43

   V. Han, “Turski po؛؛asni kaftan u sluzbi hriscanske liturgije na Balkanu (XVI-X^I v.)”, Zbornik
radova, Balkanolo؛ki institut SANU, Beograd 1984, s.280, 286.

44

   Işık beyti içeren sur: j. Chevalier - A. Gheerbant, Rije^ik simbola, Zagreb 1983, s.671, s. v. ışık, 11,
yorumlar ile.

45

43 Walter Beltz, Mitologija Kukana. Ceznja za rajem. Prevod F. ^^¿anin, Zagreb 1982, s.40.

46

T. Burckhardt, Art of Islam. ^anguage and Meanin^ World of Islam Festival Trust 1976, s.142, Pl.
133.

47

   E. ٩., niTenHC, s.119, 120.

48

   Age, s. 119, 120.

49

   Age, s.142.

50

   E. C. Putopis, 400.

51

   V. Han, "Fifteen and Sixteen Century Trade in Glass between Dubrovnik and Turkey”, Balcanica
IV, Beograd 1973, s.164-166, 173-176; Arhivska gradja ه staklu
ل staklars^u u Dubrovniku (XIV-XVI
v.), Beograd 1979, belge: 646, 647, 648, 650, 651, 652, 656, 657, 659,
668, 671, 672, 682, 683, 684, 688;
Tri veka dubr^^kog staklars^a, Beograd 1981, 83 sqq, 98 sqq, 186 sqq, 193 sqq.

52

   j. Chevalier - A. Gheerbrant, age, s. v. svزetlهst, s.11.

53

   E.لآ., n^TenHC, s.186.

54

   Stefan Gerlach, Dnevnik na edno p^vane vo Osmanskata Porta v Carigrad. Prevod, uvod i
komentar: Marija Kiselniceva, Sofija 1976, s.254; Adam Wener, Tagebuch der kaiserlichen Gesandt-
scha^ nach Konstatinopel 1616-1618. Herausgegeben und erläutert von Karl Nehring, Veröffent¬
lichungen des Finisch-Ugrischen Seminars an der Universität München. Serie C, Band 16. München
1984, s.38; L’empire du Grand Turc, s.58; Lady Mary Montagy, Briefe aus dem Orient, s.190, 206.

55

   E. C. Putopis, s.407.

56

   j. Chevalier- A. Gheerbrant, age, s.408, 13: İbn al Muttaz (y. 908): "Çok güzel bir şey tasvir etmek
istediğinde akla ilk gelen, onun esas kusursuzluğunu yani, aya benzeyen ^zü göstermektir.” (H.
Per^s’in Arapça çevrisine göre).

57

   M. Guboglu, “Evliya Celebi: De la situation sociale-économique des pays Roumains vers le milieu
du XVII siècle”, Studia et acta orientalia, IV, Bucarest 1962, s.153-196; E. C. Putopis, s.21-41.

58

   E. C. Putopis, s.48.

59

   Age, s.392.

60

   Age, s.87.

61

   Age, s.522.

62

   V. Han, “Prilog Evlijinoj netacnosti”, Zbornik posvecen na Bosko Babic 1924-1984, Prilep 1986,
s.251-253.